
Bu yapıt sorunuyla ilgili nihai çözümde birçok soru ortaya çıktı. Söz gelimi kamusal alanda bulunan bir yapıtın konumunun ve içeriğinin kararlaştırılmasında kamu nasıl bir rol oynar? Minimalist artistler kamuyu, anlaşılmaz buldukları bir yapıtı geri çevirdikleri için nasıl suçlayabilirler? Ya da başka bir açıdan baktığımızda kamusal sanat eserleri fiziksel ve psikolojik açıdan her zaman hoş ve dokunaklı mı olmalıdır?
29 Kasım 1939’da San Francisco’da dünyaya gelen Serra Avrupa göçmeni bir ailenin oğluydu.1957 ile 1961 yılları arasında California Üniversitesinde okuduğu dönemde kendini geçindirmek için, bir çelik imalathanesinde yarım gün çalışmıştı. Sanatçının 70'lerin sonu ve 80'lerin başlarında oluşturduğu büyük ölçekli çelik işlerinde bu dönemin etkileri olduğu düşünülebilir. Yale’deki öğrenimi boyunca Philip Guston, Ad Reinhardt, Robert Rauschenberg, Nancy Graves (ilk eşi), Frank Stella, ve Chuck Close gibi isimlerle çalışmıştı. 1965 yılı boyunca üniversitenin verdiği bir burs sayesinde Batı Avrupa’da seyahat etmişti.
Serra’nın 1966'da Eva Hesse, Carl Andre, Donald Judd, Bruce Naumann, Steve Reich , Robert Smithson gibi sanatçılarla birlikte, geleceğin diğer minimalist sanatçılarıyla bir araya gelmek üzere New York'a hareket ettiği dönemde minimalizm artık geçerli bir sanat formu olmaya başlıyordu.
Greenberg düşüncesinin mantıksal gelişimine göre minimalizm modernist amaçların resimde ve heykelde azaltmayı ve sadeleştirmeyi hedef aldığı bir hareketti. Minimal sanat kapsamına giren heykellerde , sadece en basit ve en yalın biçimlere ya tek başlarına ya da birbirlerinin peşi sıra yer verildiği görülür[1].Herşeyin göründüğü gibi olması gerektiği düşüncesini ileri sürerek yanılsamaya karşı olmak ve hiçbir şeye olduğundan başka bir ifade yüklememek stilin sıkı sıkıya bağlı olduğu prensiplerin başında geliyordu.Bir kavram olarak ilk defa 1966’da ileri sürülen minimal art “Art in America” dergisinin Ekim 1965 tarihli sayısında yeni bir sanat eğiliminden söz edilen “ABC Art” başlıklı yazıda ele alınmıştır.Söz konusu yazıda kullanılan minimum sözcüğünün minimalizm tanımına hayat verdiği söylenir fakat bu konuda farklı görüşler mevcuttur. Bu konudaki bir başka görüş de, minimalizm teriminin ilk kez 1965 yılında “Art Magazin” dergisinde Richard Wollheim tarafından kullanıldığı şeklindedir[2].
Minimalist heykelciler figüratif çağrışımları dışlamış ve geçmişe sırt çevirmişlerdi. Birçok sanatçı endüstriyel ve ticari malzemeleri kullanmayı tercih ediyor veya fabrikasyon yöntemleriyle yapıtlarını oluşturuyordu ve bu durum etkili bir biçimde sanat nesneleri ile günlük yaşam arasındaki sınırı bulandırıyordu. Minimalizm, Otoriteye karşı şiddetli duygular taşıma ve güç ilişkilerini dönüştürme gibi olağandışı paradoksların bir dizisini sunar. Dünya genelinde tepki alan Vietnam Savaşının ve bunun bir uzantısı olan kampüslerdeki öğrenci polis çatışmalarının gerilimi tırmandırdığı fırtınalı altmışlardan doğmuş bir harekettir. Birleşik Amerika’nın çok uluslu şirketler tarafından pompalanan askeri endüstri sayesinde ekonomileri ele geçirmeye başladığı bu dönemde minimalist heykel aynı endüstriyel-ticari yöntemleri ve malzemeleri kullanarak, muhalifi olduğu otoritenin gücünü ve lisanını çalar.
1960’larda minimalizmle birlikte “sanat ve çevre ilişkisi” başlıklı tartışmalar hız kazanır. Minimalist sanatçılar sanat ve günlük yaşam arasındaki sınırı aşabilecek üç boyutlu yapıtlar gerçekleştirmeyi amaçlamışlardır fakat kentsel çevreye entegre olabilmek için büyük çaba göstermelerine rağmen, sanatları halk tarafından çoğu kez anlaşılmaz, kapalı ve elitist bulunmuştur.
Bu bağlamda ele aldığımız söz konusu yapıt 36.6 metre uzunluğunda ve 3.66 metre yüksekliğinde eğimli çelik bir plakadan oluşmaktadır. Dolayısıyla yapıtı fiziksel olarak yok saymak ya da fark edememek çok güçtür. Sanatçı yapıtını oluştururken onun hangi ortamda ve hangi koşullarda anlamını en iyi vereceğini de hesaba katmıştır. Bu durum sadece yapıtın içinde bulunduğu ortamla ilgili değil boyutlarıyla da ilgilidir. İşin dikkat çeken yanını ise sanatçıdan ve yapıttan çok insanlar oluşturur. Çünkü yapıt mekanda onlarla yaşamayı sürdürür. Richard Serra Tilted Arc için şunları söylemiştir: “İzleyiciler plaza boyunca kendilerinin ve hareketlerinin farkına varıyorlar. Onlar hareket ettikçe yapıt değişiyor. İzleyicilerin hareketlerine göre kısalıyor, daralıyor ya da genişleyip büyüyor. Adım adım algılanan sadece yapıtın kendisi değil tüm çevrenin değişimidir.” Bu değişim Serra’nın, bir sistemin evrenle birlikte düzensizlik ve tesirsizliğe doğru olan eğiliminin önemli rol oynadığı, yetmişlerin başlarındaki işlerine doğru bir bakıştır. Yapıtın yüzeyinin bitirilmemiş izlenimi uyandıran paslı ve çiğ görünümü ise Serra’nın malzemeye olan güvenini ve inancını gösterir.
Serra, kamunun hem kavramsal hem de algısal bakımdan gelişen bir diyalog içinde plazanın bütünüyle bağlantı kurabileceği bir iş yaratmayı tasarlamıştı. Tilted Arc’ın kaldırılacağı duyurulduktan sonra yapıt hakkındaki merak ve konuşmalar artmış ve bu durum yapıtı kaldırıldıktan sonra bile son derece etkili bir hale getirmiştir.
[1] Norbert Lynton Modern Sanatın Öyküsü Remzi Kitabevi, 1982 s.269
[2] Semra Germaner, 1960 Sonrası Sanat, İstanbul, 1997, s. 41
Mahmure ALP Akademia Sanat/Ekim/Köşe Yazısı
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder