Dijital sanatın en yeni formu olan internet sanatı (interaktifsanat, web sanatı, ya da netart), sanatta üsluplara nihayet son vermiş midir? Bazılarına göre, hem sanatçının hem izleyicinin olağanüstü bir yaratıcılık özgürlüğüne sahip olma imkânı bulduğu bir teknolojik formatta, “izm”ler- evrimci dönemlerle birbirini izleyen avangard hareketler- artık mümkün değildir. 1889’da İngiliz bilimci Timothy Bernerse-Lee (1955) tarafından Avrupa Parçacık Fizik Labaratuarı’nda çalışan fizikçilere yardımcı olması için bulup geliştirdiği World Wide Web, kendi sitelerine sahip, yalnızca 5000 kullanıcının bulunduğu 1990’lı yılların ortalarında sanat pratiğine uygun bir form haline gelmişti. Fakat 20.yüzyılın son birkaç yılında kullanıcı sayısında gözlenen muazzam artışlarla internet sanatının hızla büyümesi de kolaylaşmıştır. Bu alanda gelişmeler de dünya çapında olup, yeryüzünün her tarafından ulaşabilir bir araca uygun düşmüştür. Örneğin, komünizmden çıkmış Doğu Avrupalılar bu alana ilk katılanlar arasındaydı: George Soros’un Açık Toplum Enstitüsü’nün fon sağladığı Slovenya’daki Ljumila medya merkezi, sanatçıların sitelerine açılan yerleri eğitimdeki atılımlarla birleştiriyordu.
İnternet sanatı öncelikle demokratiktir; interaktiflik bu sanatın kilit özelliğidir. Sanatçıların topladığı görüntüler, metinler, hareketler ve sesler, kendi multimedya montajlarını yaratmak isteyen izleyiciler tarafından, nihai yazarlığın kimde olduğu sorusunu tartışmaya açık bırakan bir şekilde, keşfedilebilir. İzleyiciler böylece kullanıcılar olmuştur. Rus Olia Lialina’nın (1971) My Boyfriend Came Back From the War (1966) çalışması, izleyicinin mahvolup biten bir aşk ilişkisinin farklı versiyonlarını yaratmak için sıralayacağı bir görüntüler ve metinler repertuarıyla, hem kişisel hem de siyasal tarihi ön plana çıkaran bir eserdi.
1994’te Irational.org’u kuran İngiliz sistemler analisti Heath Bunting, web’in birbirine bağlılığından başka yollarla faydalanmıştır. Onun King’s Cross Phone-In çalışması, izleyicileri semtin sakinleriyle konuşmaya ve sohbete davet ederek, iş rutinine beklenmedik bir sosyallik ve anarşi boyutu katarak Londra’daki demiryolu istasyonunda ve civarda bulunan 36 telefon kulübesinin telefon numaralarını web’e aktarmıştı. Bu proje ayrıca internet sanatının nasıl durmadan yeni kalıplara girebileceğini Performans sanatı gibi başka sanat formlarıyla akıcı biçimde karşılıklı bağ kurabileceğini göstermiş oluyordu.
Sanatçıların gözünde internet, biricik özellikleriyle yeni bir araç ve yeni bir paylaşım tarzı getirmiştir. Bu özelliklerden biri, sanatçıların malzemelerine şekil veren teknolojinin kendisidir. Genellikle gizlenmiş olan HTML gibi kodları görünür kılmak, teknolojinin görünürdeki kaosunu ifşa eden taktiklerden birisidir. Vektör tabanlı web araçlarının kullanılması başka bir örnektir. Dijitalize edilmiş fotoğraf gibi piksel tabanlı süreçlerden farklı olarak vektör tabanlı formlar, kalite kaybı olmadan her boyuta uydurulabilir. Peter Stanick(1953-)”Pop benzeri ve pop sanatçıları Roy Lichtenstein ile Andy Warhol’un mekanik yaklaşımlarının devamı olarak gördüğü New York sokak manzaralarıyla çok etkili, dijital resimler üretmiştir.
Başka sanatçılar da web teknolojisine özgü renk paletleriyle, heksademik renk paleti gibi boyanın fiziksel özellikleri karşısında makine teknolojisinden gelen araçlarla deneyler yapmaya koyulmuşlardır.
Jake Tilson’un (1958-) süreğen çalışması The Cooker internet sanatının başka kilit özelliğine ışık tutuyordu; hem sanatçılar hem de izleyiciler arasında olağanüstü coğrafik bağlantılar kurma imkânı. Buckminster Fuller’in 1960‘larda öngördüğü doğrultuda, teknoloji dünyayı arka bahçemize getirme gibi bir sonuç doğurmuştu. Tilson’un Cooker’ı, genel bir yiyecek temasına bağlı olarak dünyanın dört bir köşesinden hayret uyandıracak derecede çeşitli görüntüler, metinler, deneyimleri bir araya toplamaktadır. Örneğin “Macro Meals”, bilgisayarı başında oturan izleyicinin, tren ve yiyecek görüntüleri eşliğinde Hindistan’ı ziyaret edip Rajasthan Express’te kahvaltı “sipariş” etmesini, hatta yemeğin hazırlanış ve servis edilişinin seslerini duymasını sağlamaktadır.
İnternet sanatının uygulayıcıları çok çeşitli kökenlerden gelmiştir. Bazıları güzel sanatlar eğitimi almışken, bazıları iş dünyasından, teknoloji ve grafik tasarım alanından gelmişlerdir. Örneğin Ada web’in kökleri anaakım sanat dünyasında aranabilir. Bu merkezin küratölü Benjamin Weil, site yaratmakta kendi tasarımcılarıyla işbirliğine gitsinler diye, Jennv Holser ve Lawrence Weiner gibi yerleşik sanatçılara samimi çağrılar yapmıştır. Holzer’in izIeyicileri genelgeçer önermeleri (mesela, “Aşk İçin Kendini Yiyip Bitirmek Güzel Ama Aptalcadır”) ‘geliştirmeye’ davet eden sitesi Please Change Beliefs, internetin etkileşimli doğasının, izleyicilerin kendi fikirlerini devreye sokarak yerleşik bir sanatı nasıl genişletebileceğinin göstergesidir.
Massaschusetts lnstitute of Technology (MİT) Medya Laboratuarı’ında Estetik ve Kompütasyon Grubu direktörü John Maeda, önce MIT’te bilgisayar bilimcisi eğitimi almış, daha sonra Japonya’da sanat ve tasarım öğrenimi görmüştü. Onun sanatının önemli bir kısmının kaynağı teknolojiydi: konularını da görsel sanat ile bilgisayar bilimini mükemmel bir şekilde harmanlayarak ve genellikle Op Sanat’ı akla getiren optik bir dinamizm sergileyerek, genellikle insan ile makine arasındaki etkileşimden seçiyordu.
2005 XMAS GIFT
İnternet projelerinin pek çoğu, kaçınılmaz şekilde, sanatçılar ile izleyiciler arasındaki etkileşimin yanı sıra sanatçılar ile teknisyenler arasındaki işbirliğine bağlıdır.
Internet sanatı gelişmeye devam etmektedir ve teknolojik ilerlemenin yansımaları dahil olarak gelecekte kuşkusuz yeni gelişmelere gebe olacaktır. Bu yüzden sanatçılar da bu araç değiştikçe kendi pratiklerini değiştirme yükümlülüğü -ya da yetkinliğiyle- baş başadırlar. Internet televizyonla bütünleşip, daha rahat bir atmosferde daha büyük bir ekranda izlendikçe, internet sanatının televizyon, video ve eğlenceyle yeni bir ilişki ve birlik kuracağı muhakkaktır.
Ses Sanatı
Ses Sanatı (ya da İşitsel Sanat) 1970’lerin sonlarında önemli bir kategori düzeyine ulaşırken bütün dünyadaki sanatçıların sesler kullanan çalışmalarla ilgilenmeleriyle birlikte 1990’larda da iyi bilinen bir konuma gelmişti. Sesler doğal insan sesleri, müzikal, teknolojik ya da akustik olabilirken, eserler de resim ve heykelin yanı sıra Montaj, Enstalâsyon, Video, Performans ve Kinetik Sanat şekline bürünebiliyordu.
Ses sanatının kökenleri 20. yüzyılın başlarına götürülebilir. Müzik ile sanat arasındaki ilişki, soyutlamanın gelişmesinin arkasındaki itici güçtü. Gürültüler sanatı Fütüristler ile Dadacılar tarafından keyfedilmiş ve 1950’lerde Amerikalı besteci John Cage tarafından geliştirilmişti. Cage, ‘sessiz’ çalışması 433” ‘te (1952) esinlendiği önemli bir kaynak olarak, ‘ışıklar, gölgeler ve parçacıkların havaalanı’ diye nitelediği Robert Rauschenberg’in White Paintins’ini (1951) aktarmıştı. ‘Müzik ‘i sesler ve gürültüler bileşimi olarak yeniden tanımlayan Cage, l950’li ve 1960’lı yılların görsel sanatçıları, özellikle de isimleri Beat, Neo Dada, Fluxus ve performans sanatıyla (ki bunlar 1970’lerin ses ve performans sanatçıları Laurie Anderson ve Robert Wilson’ın gözünde de etkili olmuş hareketlerdi) beraber anılan sanatçılar nezdinde önemli bir figürdü.
Rauschenberg’in kariyerinde şu önemli eserler yer alıyordu Tualin arkasındaki üç radyo ve yüzeyde iki ayar düğmesiyle bır kombine resim olan Broadcast (1959); İsveçli mühendis Billy Klüver’le (1927 -) işbirliğiyle yapılmış bir heykelvari ses ortamı olan Oracle (1962— 1965); yıkılmış sandalyeler imajı vermek için izleyicilerin sesleriyle etkinleşen gizli ışıklarıyla devasa bir pleksiglas ekran olan Soundings (1968). Soundings, sanatçıların yeni teknolojilerle deneyler yaprnasını kolaylaştıran bir kurum olan E.A.T.’nin mühendis üyeleriyle birlikte yapılmıştı.
İlk ses eserlerinin birçoğu 1964’te New York’ta Cordier &Ekstrom galerisindc “For Eyes and Ears” sergisinde gösterilmişti. Bu sergide Dadacılar Marcel Duchamp ve Man Ray’in gürültü çıkaran nesneleri, Klüver’in ses enstalâsyonu. Rauschenberg ile kinetik sanatçılar Jean Tinguely ve Takis gibi çağdaş uygulamacıların eserleri, ayrıca sanatçılar ile besteciler, sanatçılar ile mühendislerin işbirliğiyle ortaya çıkardıkları çalışmalar yer alıyordu.
Amerikalı Lee Ranaldo (1956 doğumlu) ve İngiliz Brian Eno (1948 doğumlu). Müzikal fonlarıyla tanımlanmaktan ziyade onlarla zenginleştirilen görsel sanat parçaları üretmişlerdi. Eno ayrıca, Anderson gibi ses sanatçıları ve Mimmo Paladino gibi başka görsel sanatçılarla çalışmıştı. Nasıl Anderson, Ranaldo ve Eno yüksek sanat ile popüler kültürün kimi yönlerini kaynaştırmayı başarmışlarsa, son dönemin ses sanatı da ku1üp kültüründen ve elektronik müziğin kullanılmasından beslenmektedir. İngiliz Robin Rimbaud, nam—ı diğer Scanner, kulüp ‘. . radyo ve televizyon için ses kolajları yaratmış: ayrıca, Avusturyalı Katarina Matiasek (1965 doğumlu) ve İngiliz Paul Farrington, nam—ı diğer Tonne gibi sanatçılarla işbirliğine girmiştir. 2000de Londra’da Hayward Gallery de düzenlenen “Sonic Boom: The Art of Sound” sergisi, görsel sanatlarla bağlantılı olarak sesten faydalanan çağdaş sanatçıların sayısında büyük bir artış olduğunu gösteriyordu. Ses sanatı izleyiciyi pek çok duygusunu harekete geçiren algı deneyimlerine açmanın yanı sıra, esnek ve görece hala keşfedilmemiş bir araç olarak da dijital teknolojide ve internette yeni gelişmelere açıktır.
KEMAL KARA
Kaynak..Modern Çağda Sanat, Amy Dempsey,Akbank Yayınları
İnternet sanatı öncelikle demokratiktir; interaktiflik bu sanatın kilit özelliğidir. Sanatçıların topladığı görüntüler, metinler, hareketler ve sesler, kendi multimedya montajlarını yaratmak isteyen izleyiciler tarafından, nihai yazarlığın kimde olduğu sorusunu tartışmaya açık bırakan bir şekilde, keşfedilebilir. İzleyiciler böylece kullanıcılar olmuştur. Rus Olia Lialina’nın (1971) My Boyfriend Came Back From the War (1966) çalışması, izleyicinin mahvolup biten bir aşk ilişkisinin farklı versiyonlarını yaratmak için sıralayacağı bir görüntüler ve metinler repertuarıyla, hem kişisel hem de siyasal tarihi ön plana çıkaran bir eserdi.
1994’te Irational.org’u kuran İngiliz sistemler analisti Heath Bunting, web’in birbirine bağlılığından başka yollarla faydalanmıştır. Onun King’s Cross Phone-In çalışması, izleyicileri semtin sakinleriyle konuşmaya ve sohbete davet ederek, iş rutinine beklenmedik bir sosyallik ve anarşi boyutu katarak Londra’daki demiryolu istasyonunda ve civarda bulunan 36 telefon kulübesinin telefon numaralarını web’e aktarmıştı. Bu proje ayrıca internet sanatının nasıl durmadan yeni kalıplara girebileceğini Performans sanatı gibi başka sanat formlarıyla akıcı biçimde karşılıklı bağ kurabileceğini göstermiş oluyordu.
Sanatçıların gözünde internet, biricik özellikleriyle yeni bir araç ve yeni bir paylaşım tarzı getirmiştir. Bu özelliklerden biri, sanatçıların malzemelerine şekil veren teknolojinin kendisidir. Genellikle gizlenmiş olan HTML gibi kodları görünür kılmak, teknolojinin görünürdeki kaosunu ifşa eden taktiklerden birisidir. Vektör tabanlı web araçlarının kullanılması başka bir örnektir. Dijitalize edilmiş fotoğraf gibi piksel tabanlı süreçlerden farklı olarak vektör tabanlı formlar, kalite kaybı olmadan her boyuta uydurulabilir. Peter Stanick(1953-)”Pop benzeri ve pop sanatçıları Roy Lichtenstein ile Andy Warhol’un mekanik yaklaşımlarının devamı olarak gördüğü New York sokak manzaralarıyla çok etkili, dijital resimler üretmiştir.
Başka sanatçılar da web teknolojisine özgü renk paletleriyle, heksademik renk paleti gibi boyanın fiziksel özellikleri karşısında makine teknolojisinden gelen araçlarla deneyler yapmaya koyulmuşlardır.
Jake Tilson’un (1958-) süreğen çalışması The Cooker internet sanatının başka kilit özelliğine ışık tutuyordu; hem sanatçılar hem de izleyiciler arasında olağanüstü coğrafik bağlantılar kurma imkânı. Buckminster Fuller’in 1960‘larda öngördüğü doğrultuda, teknoloji dünyayı arka bahçemize getirme gibi bir sonuç doğurmuştu. Tilson’un Cooker’ı, genel bir yiyecek temasına bağlı olarak dünyanın dört bir köşesinden hayret uyandıracak derecede çeşitli görüntüler, metinler, deneyimleri bir araya toplamaktadır. Örneğin “Macro Meals”, bilgisayarı başında oturan izleyicinin, tren ve yiyecek görüntüleri eşliğinde Hindistan’ı ziyaret edip Rajasthan Express’te kahvaltı “sipariş” etmesini, hatta yemeğin hazırlanış ve servis edilişinin seslerini duymasını sağlamaktadır.
İnternet sanatının uygulayıcıları çok çeşitli kökenlerden gelmiştir. Bazıları güzel sanatlar eğitimi almışken, bazıları iş dünyasından, teknoloji ve grafik tasarım alanından gelmişlerdir. Örneğin Ada web’in kökleri anaakım sanat dünyasında aranabilir. Bu merkezin küratölü Benjamin Weil, site yaratmakta kendi tasarımcılarıyla işbirliğine gitsinler diye, Jennv Holser ve Lawrence Weiner gibi yerleşik sanatçılara samimi çağrılar yapmıştır. Holzer’in izIeyicileri genelgeçer önermeleri (mesela, “Aşk İçin Kendini Yiyip Bitirmek Güzel Ama Aptalcadır”) ‘geliştirmeye’ davet eden sitesi Please Change Beliefs, internetin etkileşimli doğasının, izleyicilerin kendi fikirlerini devreye sokarak yerleşik bir sanatı nasıl genişletebileceğinin göstergesidir.
Massaschusetts lnstitute of Technology (MİT) Medya Laboratuarı’ında Estetik ve Kompütasyon Grubu direktörü John Maeda, önce MIT’te bilgisayar bilimcisi eğitimi almış, daha sonra Japonya’da sanat ve tasarım öğrenimi görmüştü. Onun sanatının önemli bir kısmının kaynağı teknolojiydi: konularını da görsel sanat ile bilgisayar bilimini mükemmel bir şekilde harmanlayarak ve genellikle Op Sanat’ı akla getiren optik bir dinamizm sergileyerek, genellikle insan ile makine arasındaki etkileşimden seçiyordu.
2005 XMAS GIFT
İnternet projelerinin pek çoğu, kaçınılmaz şekilde, sanatçılar ile izleyiciler arasındaki etkileşimin yanı sıra sanatçılar ile teknisyenler arasındaki işbirliğine bağlıdır.
Internet sanatı gelişmeye devam etmektedir ve teknolojik ilerlemenin yansımaları dahil olarak gelecekte kuşkusuz yeni gelişmelere gebe olacaktır. Bu yüzden sanatçılar da bu araç değiştikçe kendi pratiklerini değiştirme yükümlülüğü -ya da yetkinliğiyle- baş başadırlar. Internet televizyonla bütünleşip, daha rahat bir atmosferde daha büyük bir ekranda izlendikçe, internet sanatının televizyon, video ve eğlenceyle yeni bir ilişki ve birlik kuracağı muhakkaktır.
Ses Sanatı
Ses Sanatı (ya da İşitsel Sanat) 1970’lerin sonlarında önemli bir kategori düzeyine ulaşırken bütün dünyadaki sanatçıların sesler kullanan çalışmalarla ilgilenmeleriyle birlikte 1990’larda da iyi bilinen bir konuma gelmişti. Sesler doğal insan sesleri, müzikal, teknolojik ya da akustik olabilirken, eserler de resim ve heykelin yanı sıra Montaj, Enstalâsyon, Video, Performans ve Kinetik Sanat şekline bürünebiliyordu.
Ses sanatının kökenleri 20. yüzyılın başlarına götürülebilir. Müzik ile sanat arasındaki ilişki, soyutlamanın gelişmesinin arkasındaki itici güçtü. Gürültüler sanatı Fütüristler ile Dadacılar tarafından keyfedilmiş ve 1950’lerde Amerikalı besteci John Cage tarafından geliştirilmişti. Cage, ‘sessiz’ çalışması 433” ‘te (1952) esinlendiği önemli bir kaynak olarak, ‘ışıklar, gölgeler ve parçacıkların havaalanı’ diye nitelediği Robert Rauschenberg’in White Paintins’ini (1951) aktarmıştı. ‘Müzik ‘i sesler ve gürültüler bileşimi olarak yeniden tanımlayan Cage, l950’li ve 1960’lı yılların görsel sanatçıları, özellikle de isimleri Beat, Neo Dada, Fluxus ve performans sanatıyla (ki bunlar 1970’lerin ses ve performans sanatçıları Laurie Anderson ve Robert Wilson’ın gözünde de etkili olmuş hareketlerdi) beraber anılan sanatçılar nezdinde önemli bir figürdü.
Rauschenberg’in kariyerinde şu önemli eserler yer alıyordu Tualin arkasındaki üç radyo ve yüzeyde iki ayar düğmesiyle bır kombine resim olan Broadcast (1959); İsveçli mühendis Billy Klüver’le (1927 -) işbirliğiyle yapılmış bir heykelvari ses ortamı olan Oracle (1962— 1965); yıkılmış sandalyeler imajı vermek için izleyicilerin sesleriyle etkinleşen gizli ışıklarıyla devasa bir pleksiglas ekran olan Soundings (1968). Soundings, sanatçıların yeni teknolojilerle deneyler yaprnasını kolaylaştıran bir kurum olan E.A.T.’nin mühendis üyeleriyle birlikte yapılmıştı.
İlk ses eserlerinin birçoğu 1964’te New York’ta Cordier &Ekstrom galerisindc “For Eyes and Ears” sergisinde gösterilmişti. Bu sergide Dadacılar Marcel Duchamp ve Man Ray’in gürültü çıkaran nesneleri, Klüver’in ses enstalâsyonu. Rauschenberg ile kinetik sanatçılar Jean Tinguely ve Takis gibi çağdaş uygulamacıların eserleri, ayrıca sanatçılar ile besteciler, sanatçılar ile mühendislerin işbirliğiyle ortaya çıkardıkları çalışmalar yer alıyordu.
Amerikalı Lee Ranaldo (1956 doğumlu) ve İngiliz Brian Eno (1948 doğumlu). Müzikal fonlarıyla tanımlanmaktan ziyade onlarla zenginleştirilen görsel sanat parçaları üretmişlerdi. Eno ayrıca, Anderson gibi ses sanatçıları ve Mimmo Paladino gibi başka görsel sanatçılarla çalışmıştı. Nasıl Anderson, Ranaldo ve Eno yüksek sanat ile popüler kültürün kimi yönlerini kaynaştırmayı başarmışlarsa, son dönemin ses sanatı da ku1üp kültüründen ve elektronik müziğin kullanılmasından beslenmektedir. İngiliz Robin Rimbaud, nam—ı diğer Scanner, kulüp ‘. . radyo ve televizyon için ses kolajları yaratmış: ayrıca, Avusturyalı Katarina Matiasek (1965 doğumlu) ve İngiliz Paul Farrington, nam—ı diğer Tonne gibi sanatçılarla işbirliğine girmiştir. 2000de Londra’da Hayward Gallery de düzenlenen “Sonic Boom: The Art of Sound” sergisi, görsel sanatlarla bağlantılı olarak sesten faydalanan çağdaş sanatçıların sayısında büyük bir artış olduğunu gösteriyordu. Ses sanatı izleyiciyi pek çok duygusunu harekete geçiren algı deneyimlerine açmanın yanı sıra, esnek ve görece hala keşfedilmemiş bir araç olarak da dijital teknolojide ve internette yeni gelişmelere açıktır.
KEMAL KARA
Kaynak..Modern Çağda Sanat, Amy Dempsey,Akbank Yayınları